Türk Diasporası
 
 

CUMHURİYET DÖNEMİ MODERNLEŞME HAREKETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ

Atatürk Devrimlerini Hazırlayan Faktörler

Atatürk devrimlerinin derinliklerinde yatan fakat genellikle üzerinde durulmayan bir felsefi temel taşı insanı kendi mukadderatını hakim olabileceği fikridir. Bizzat Atatürk’ün davranışlarında beliren iyimserlik sebat ve kendine güven bunun bir belirtisidir. Toplumu belirli yönlere doğru çevirmek için girişilen böylesine ısrarlı bir çaba ancak bu çabanın bir tesiri olabileceğine inanılırsa bir mana kazanır. Bu itibarla diyebiliriz ki Atatürk’ün devrimlerini tümü arkasında yatan en derin ve kapsayıcı felsefi temel insanın çevresi üzerinde hakimiyetini kurabileceği inancıdır.

Hiçbir toplumsal ve siyasal olgunun belirli bir tarihsel artalandan (background) kopuk olabileceğini ileri sürmek doğru olmaz. Bu açıdan, Türk devriminin ve Kemalist kadronun, Osmanlı tarihi ve dolayısıyla sosyal sınıfları, kültürü ve ideolojilerinden izler taşıması kaçınılmazdır.

Genel olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılana in kitapları “ irade-i cüz’i ye “ye oldukça geniş bir yer ayırıyorlardı. Fakat on sekizinci asırda ulemanın bozulması neticesinde taassubun ve cehaletin medreseye girmesi ile bu saha zamanla daraltıldı. Bu davranışın arkasında saklanan fikir şu idi: Osmanlılar dünya işlerini ihmal ettiklerinden dolayı değil din işlerini ihmal ettikleri için gerilemişlerdi. Böyle gittikçe nüfuzlu olan ulema ideolojik planda da nüfuzunu kuvvetlendirmek istiyordu. İrade-i Cüz’i ye nin sahası daraltıldığı derecede ulemanın söz sahibi oldukları saha genişliyordu.

Osmanlılarda devletin durumu geriledikçe ulemanın devlet üzerindeki nüfuzu iyice artmaya başlamıştır. Devletin gerilemesinin sebepleri de hep ulema tarafından dini işlerin dünya işlerinden geri plana atıldığında aranmıştır. Bu durumda Osmanlının yeni yeni devleti içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için hal çareleri aramalarını zayıflatmıştır. Şerif Mardin’in yukarıdaki sözlerinden anlaşıldığı gibi devlet ve ilim geriledikçe insanın iradesinin alanı daraltılmış ve söz sahibi olma durumu kısıtlanmıştır. Osmanlı Padişahlarından bazıları ulemanın bu katı tavırlarını göz ardı ederek kendi iradelerini zorlamışlar ve Osmanlı Devletini bu kötü gidişten kurtarmak için didinmişlerdir. Bunlar içerisinde 3.Selim ve 2. Mahmut’u zikredebiliriz.

Osmanlı Devletinin 19.asrında müesseseler yönünden olduğu kadar fikir yönünden de gah şer’i gah akıl devleti olmanın mahsurları devam etti. İşte Atatürk Batı düşüncesinin esasında yatan rasyonalizmi ve kendi çevresine hakim bir insan görüşü kabul etmekle bu ikiliğe son vermiştir ve düşünce kalıplarının o zamana kadar gemleyici özelliklerinden bizi kurtarmıştır. Atatürk’ün insanı kendi çevresine hakim olmakla en yüksük insanlık belirtileri ortaya çıkardığı inancını kendi davranışında ve demeçlerinin hemen hepsinde görmek mümkündür.

Ele alacağımız ikinci konu verimlilik mefhumudur. Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğunun gerilemesi ile beraber gelmiş olan unsurlardan biri İmparatorluğun gelir kaynaklarının kuruması ve devletin fakirleşmesi idi. Avrupa’da ticaret gelişirken büyük ticari örgütler teşekkül ederken Osmanlı İmparatorluğunda iç ve dış ticaret önemini kaybetmişti. Avrupa 18.asrın sonlarından itibaren endüstri devrimi ismini verdiğimiz bir oluşun içine girmişken Osmanlı İmparatorluğunda aksine mevcut mamul eşya yapan iptidai müesseseler zamanla ortadan kalkmıştı.

Osmanlı İmparatorluğunun muhtelif müesseselerini birbirine kenetleyen ve onları ayakta tutan harç, gaza ideolojisi devletin sınırlarını mümkün olduğu kadar genişletme çabası idi. Bu itibarla İmparatorlukta ikdisadi faaliyet konusunda hakim zihniyet verimi artırmaya değil, kılıcının hakkı ile yeni gelir kaynakları elde etmeye yönelmişti. Osmanlı İmparatorluğunun iktisat politikasında verim mefhumuna hemen hemen hiç ehemmiyet vermediğini söyleyebiliriz. Osmanlı Devleti’nde iktisadi faaliyetler azınlıklara bırakılmıştı. Bu da Osmanlı Devletinin ticari yönden gerilemesine bununda diğer kurumlarını etkilenmesine sebep oldu. Atatürk’ün iktisadi sahaya getirdiği görüşler hem devleti kuvvetlendirme hem de Türk’ü verimli kılma ona iktisadi rasyonellik unsurunu aşılama probleminin bir hal çaresi olarak kıymetlendirilmelidir. Bir kere Atatürk’ün iktisadiyata verdiği kıymeti biliyoruz bu kıymet verme kendi başına bir devrimdi.

Üçüncü olarak ele alacağımız konu hürriyet konusudur. Hürriyet mefhumu batıda asırlardan beri gelişirken Osmanlı İmparatorluğuna girdiği zaman Osmanlıların kafalarında çok açık bir şekilde manalandırabildikleri bir mefhum değildi. Hatta hürriyet mefhumunun Osmanlıca da ifade edilmesi için ne gibi bir kelimenin kullanılacağında karar kılınamamıştı.

Hürriyet mefhumu Osmanlılar da yeni Osmanlılar adını alan zümre tarafından benimsenmekte idi. Bunlar Tanzimat Devlet adamlarından teşekkül eden seçkinler zümresine karşı koymaya çalışıyorlardı. Yeni Osmanlılar bu bürokratik seçkinler idaresinin bir nevi istibdat meydana getirdiğini onlara göre Bab-ı Ali idareyi ele alan bu sahte Avrupacı üst tabaka memlekete yalnız zarar getirmiştir. Memleketin bu şekilde bir idareciler aristokrasisi tarafından idare edilmesi ancak kötü neticeler verebilirdi. Yeni Osmanlıların istediği bu gibi bir azınlığın idaresinin yerine çoğunluğun idaresini getirmek usulü meşvereti memlekette sağlam temellere oturtmak parlamenter sistemin yerleşmesini temin etmekti. Yeni Osmanlılara göre hürriyet Ali ve Fuat Paşanın başında bulundukları bürokratik seçkiler zümresinin baskısından kurtulmak ve onun yerine seçilmiş meclisi getirmek manasına geliyordu.

Yeni Osmanlılardan sonra hürriyet mefhumunun etki ve izlerini görmek mümkündür. Bu konuda çeşitli yazılar ve makaleler yayınlanmıştır. Ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarının hareketleri bu modele uymaktadır. Hürriyet fikri 1880 ler de bir fikir olarak yaşayabilmiş fakat bir toplum gerçeğine bağlanamamıştı. Yapılan şikayetlerin ve yazılan makalelerin toplum sorunları ile ilgisi yoktu. Hürriyet fikri maddi gerçeklerin üzerine bina edilmemiş müphem bir arzu olarak muallakta kalmıştı. Başka bir ifade ile Yeni Osmanlıların hürriyet arzusunun ancak şekli unsuru 1880’lere intikal edebilmişti. Bununda bir sebebi yeni Osmanlılar zamanında bir sorun olarak ortaya çıkan asıl meselenin ortadan kalkmış olması idi.

Atatürk daha önceden halledilememiş olan hürriyet mefhumunun batı anlamındaki şeklinin memlekette kökleştirmek için başvurduğu çare batının ferdi gaye bilen hukuk normlarının Türkiye’de yerleşmesini mümkün kılacak olan değişikliği meydana getirmek olmuştur. Birçok kimselerin göremediği noktayı Atatürk sezmişti. Hürriyetin hakiki manasında yerleşmesi için halkçı bir politika takip etmek yeterli değildi. Hangi politika olursa olsun insan hak ve hürriyetlerine hürmeti temin için muayyen kurallara uymak zorundadır. Bu da ancak memlekette bu ana kuralların işler durumda bulunduğu belirli bir hukuk nizamını yerleştirmek suretiyle olacaktır. Bu bakımdan Atatürk’ün batı hukuki sistemlerini memleketimizde yerleştirme çabası çoğu zaman üzerinde durulmayan derin bir mana taşımaktadır.

NOT: "CUMHURİYET DÖNEMİ MODERNLEŞME HAREKETLERİNE GENEL BİR BAKIŞI" BAŞLIKLAR HALİNDE İŞLEYECEĞİM.İLGİNİZE ŞİMDİDEN TEŞEKKÜR EDERİM.

AFŞİN YILDIRIM

 
 
Copyright © 2003 - KURTBABA